Pekala,
bu hafta bazı sorulara cevap vereceğim, çok sayıda var, çoğu da
farklı konularda, ancak 3-4 kişiden gelmiş olan bir iki tanesine
değinmek istiyorum. “Neden
bize çözüm önermiyorsun?”
ve “Neden
hep yolunda gitmeyen konulardan söz ediyorsun ve biize bunun için
ne yapılması gerektiğini söylemiyorsun?”
0:42:
Onlarca
yıldır bununla karşılaştığım için yaptığım için ilginç
geliyor, oysa dedikleri gibi çözümden hep bahsediyorum, ama
insanlar da hep by pass ediyorlar, çünkü onların duymak
istedikleri bu değil. Çözüm istedikleri zaman mutlaka, A, B, C ve
D şeklinde yapmalıyız, toplantı yapılmalı, tutanak tutulmalı
v.s. Ama şimdi açıklayacağım üzere, bunlar hiçbir çözüme
ulaştırmıyor. Değiştirmemiz gereken şey davranışlarımız,
algılamalarımız ve sadece başkalarına aktarmak yerine, dünyada
neler olduğuna dair ne kadar kişisel sorumluluk almaya hazırız,
bunu bilmemiz gerekir.
5G ile; tablet, laptop
ve mobil telefonlar, saniyede 700 ila 5.8 milyar mikrodalgadan,
saniyede 24 ila 90 milyon mikrodalgaya ulaşıyor. Buna “Frekans
Armageddon”u diyebiliriz ve bu bir abartı değil!
5G: Beden ve Zihin için “Frekans Armageddon”u demektir...
Başlıkta sözü geçen “Armageddon” belki biraz İncil’si kaçacak, pekala, ama sözlükte Armageddon’un anlamına bakacak olursanız , o zaman bu video başlığının muazzam güçlü ve yıkıcı 5G iletişim sistemi için uygun bir kelime olduğunu görebilirsiniz. Armageddon’un ilk tarifi “Yargılanma gününden önce iyi ve kötü arasındaki son savaş”. Eh, bu belki biraz uymadı, ama diğer tanım şöyle; “Nükleer bir Armageddon gibi, özellikle dünyayı veya insan ırkını yok edecek gibi görünen dramatik ve felaket getirecek çatışma.”
Tabii bu terimle 5G’nin ne kadar ultra güçlü, ultra yüksek frekanslı bir iletişim sistemi getireceğini anlatmaya çalışıyorum. Zaten hali hazırdaki radyasyonun insanları ruhsal ve duygusal olarak olumsuz etkilediği birbiri ardından yapılan çalışmalarla belgeleniyor. 5G’de iletişim frekanslarının gücündeki artış, dolayısıyla da insan sağlığı üzerindeki bedensel ve ruhsal etkileri soluk kesici. İnsanların şimdi deneyimlemekte oldukları global Wi-Fi radyasyon denizi ile arasında müthiş farklar var. Fark inanılmaz. Sadece bir fikir vermek için, hatta sayısız insan üzerindeki etkileri bu 5G sistemi ile garantileniyor!
3:19: Tabii, bütün bu baz istasyonları ve cep telefonları ve radyasyon üreten teknolojinin insan bedeni, insan zihni ve duyguları üzerindeki etkisini görüyoruz. Sağda solda okuduğumuz makalelerden başka binlerce bilimsel belge mikrodalga radyasyonunun biyolojk etkilerini anlatıyor. Sadece kansere, DNA tahribatı, kalp problemleri, stres hormonlarında artış, uyku bozuklukları, depresyon, baş ağrıları ve tedirginliğe sebep olmuyor, üremeyi de olumsuz etkiliyor. Sperm sayılarında büyük düşüş görülüyormuş.
4:15: Kanser ile özellikle kablosuz radyasyon bağlantısı son derece rahatsız edici. 2011’de Dünya Ticaret Örgütü Uluslararası Ajansı’nın kanser araştırma bölümü, bütün kablosuz cihazlardan yayılan mikrodalga radyasyonun kanserin insan unsuru nedeniyle oluştuğunu göstermiş.
İnsanların; “Bu David Icke dünyanın sürüngenler tarafından yönetildiğini düşünüyor, delinin biri!”... dediklerini duyabilirsiniz.
0:10:
İnsanoğlu ayağa kalk! Dizlerinin üzerinde ne yapıyorsun, öyle?
0:19:
Medya, noktaların birleştirilmesini istemiyor. Sadece noktaları görüyorsanız, tablonun tamamını göremezsiniz. Eğer noktaları birleştirirseniz neler olduğu kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkar.
0:28:
Yaklaşık 30 yıldır hayatıma bakarsanız, bütün kamuoyunun önünde gözden düşürüldüğüm, alaylara maruz kaldığım halde hala buradayım ve aynı işi yapıyorum. Oysa artık dünyanın dört bir yanında binlerce insan konferanslarıma geliyor.
Biz
“Okyanus”uz – “Uyanın” adlı Dünya Turu’ndan...
(Maastrich-Hollanda)
Ocak, 2018
0:01:
Şekil
olarak, okyanustaki bir dalganın sırtı gibiyiz. Bir dalganın
sırtı farklı görünür. Dalganın köpüğü gibi görünür, ama
aynı okyanustur, sadece okyanusun farklı bir ifadesidir. Biz “o”
yuz. Aynı “Sonsuz Farkındalık” halinin farklı ifadeleri...
0:25:
Biliyorsunuz
çocukken öğretirler; burası Atlantik Okyanusu, burası Pasifik
Okyanusu, şurası Hint Okyanusu diye. “İyi
ama, hepsi de aynı su!”
diye düşünürdüm. Hepsi aynı su bile olsa, tek yaptıkları
farklı isimler vermekti! Şimdi biliyoruz ki, suyun hangi bölümünden
söz ediyorsak ona göre söylüyoruz.
0:47:
Ama
aynı şekilde hepimizin bir odaklanma olduğu aynı “Farkındalık”ı
da bölünüyor ve ona farklı isimler veriliyor; Fred Jones, Bill
Smith... Tabii o kadarcık bir odaklanma da, kendisini minicik
önemsiz bir parça sayıyor!
1:06:
Okyanus
damladan, damla da okyanustan oluşur. Elinizde okyanustan bir damla
tutuuğunuz zaman belki soyutlanmış, herşeyden kopmuş gibi
görünür, ama onu okyanusa geri koyduğunuz zaman damla nerede
biter, okyanus nerede başlar? Hepsi aynı sudur. İşte insanoğlunun
bütün algılamasını köle eden komplonun özü budur! Damlayı/5
duyu zihnini okyanustan/Sonsuz Farkındalık’tan koparmak... Bunu
bir kez başarırlarsa başımız dertte demektir.
1:45:
Leonard
Cohen’in dediği gibi; “Eğer
okyanusun kendisi olmazsan, hayatın boyunca deniz tutar!”
Ve insanların çoğu bu yuvadan kopukluk, soyutlanmışlık duygusu
çekiyor. Sanıyorum sorunlar hep bu realitedeki kopuklukluktan
kaynaklanıyor. Gerçek benliklerinden, sonsuz benliklerinden
kopuklar, zaten programın dayattığı da bu!
2:10:
Sistem;
“Sen
önemsizsin, hiçbir gücün yok!”
diyor. Oysa gerçek şu ki; Sen her şeysin. Sistemin bizi sokmak
istediği boşluk bu. Dolayısıyla kendimizi böyle değil, böyle
görüyoruz. Zaten o zaman da mesele kalmıyor.
2:32:
Böylece
evet, aciz ben! “Oh,
ben sadece küçücük benim!”
Oysa öyle bir şey yok! O sadece algılamamızda var ve kendi “aciz
ben” algılamamız bazı nedenlerle böyle dışavurup, bizde “aciz
ben” deneyimi yaratıyor! İnanmazsak “aciz ben” diye birşey
yok. Hepimiz kendini sonsuz şekilde deneyimleyen “Sonsuz
Benlik”iz. O deneyimleri yaşayan hep aynı bilinciz!
3:03:
Dünyanın farklı yerlerinde bütün antik ve yerli kültürlerde bu güce
farklı isimler verilmiş. Kuzey Amerika Lakota yerlileri ona “Wacken
Tanka” demişler. Her şeyi hareket ettiren büyük güç. Bilinç
dediğimiz güç, her yerde ve her şeyde. O bilinci ne kadar içimize
alırsak, o kadar realitemiz de deneyimleyeceğimiz şeyi yaratır.
3:42:
Bu,
Yeni Bilim ifşaatları. Ağaçlar birbirleriyle iletişim
içerisindeymiş ve sosyal çevreleri varmış! Her şey bilinç!
3:52:
Bilim
adamları keşfedince şaşırmışlar, bitkiler insanlar gibi
öğrenebiliyor ve çevrelerine uyum sağlayabiliyorlarmış! Yani
bitkiler bilinçli mi? Cevap; Her şey bilinç! Gözden kaçırdığımız
birşey daha var. Cansız cisimleri de bir bilinç şekli. Çağlardan
beri bu bilinen bir tema. “Her şey
canlı, her şey birbirine bağlı!” – Çiçero
4:18:
Leonardo
da Vinci; “Görmeyi
öğrenin. Her şeyin her şeyle bağlantılı olduğunu farkedin!”
demiş, çünkü bilinç seviyesinde her şey; her şey!
4:28:
Ezoterik
filozof, ressam ve şair William Blake; “Eğer
algılama kapıları temizlenmiş olsaydı, insanoğluna herşey
gerçekte olduğu gibi görünürdü, yani “Sonsuz”. Ve
tabii program/sistem orada ve algılama kapılarının hiç
temizlenmemesi için nöbet bekliyor!
4:50:
Nikola
Tesla; “Beynim
sadece bir alıcı. Evrende bilgi, güç ve ilham sağladığımız
bir çekirdek var. Onun sırlarına vakıf değilim, ama var olduğunu
biliyorum!”
demiş...
İngiliz Nörolog Profesör
Susan Greenfield İngiltere’de Lordlar Kamarası’nın bir üyesi.
2014’te basılan “Zihin Değişimi” adlı kitabında insan
beyninin sosyal medya/akıllı telefon çağından nasıl
etkilendiğini anlatıyor. Beyin çevreye adapte oluyor; ama bu çevre
sürekli olarak değiştiği için beyin de aynı şekilde kayıtsız
şartsız değişiyor. Bilim adamları; “Beyin
oluşmuşsa değişmez”
derler, ama şimdi öyle olmadığını biliyorlar. Şimdi onlar da
biliyorlar ki, beyinin bir çeşit özelliği var ve aldığı
bilgiye göre değişir.
George Mason Üniversitesi’nden
bir nörolog olan James Olds; “Beynin,
birden doğaçlama olarak kendisini yeniden programlama yeteneği
var. Çalışma şeklini değiştirebiliyor.”
diyor. Canlı türleri, değişen çevreye beyinleri vasıtasıyla
adapte oluyorlar ve bu genetik uyumluluk hayatta kalmak için onlara
yeni yetenekler sağlıyor. Bu işlem yeterince hızlı gelişirse
buna “mutasyon/dönüşüm/değişim” deniyor, ama bu
gerçekleşmezse o zaman “tükenme/yok olma” şeklinde ifade
ediliyor.
Akıllı telefonlar, Internet
ve sosyal medya, çok kısa bir sürede beyinde inanılmaz etkiler
yaptı. Japonya’daki Tohoku Ünversitesi’ndeki araştırmacılar,
uzun süre ile televizyon izlemenin çocukların beyin yapısına
zarar verdiğini saptamışlar. Zaten uzun zamandır bilinen bir
gerçek şu ki, televizyon bağımlılık yaratıyor ve insan
beynini, hipnoza benzer bir zihin hali olan alfa dalga haline taşıyor
ve bilinçaltının sınırsız bir şekilde programlanmasını
sağlıyor.
Amerikalı psikofizyolog
Dr.Thomas Mulhooland, televizyonun zihin kontrolü potansiyeli
üzerinde araştırma ve çalışmalar yapmış. Dediğine göre alfa
dalgaları sadece 30 saniye sonra beliriyor ve ardından izleyiciler
sanal bir transa giriyorlarmış.
Benim açımdan en önemli şey, biz insanlar kalbimizle Yaratan’a bağlıyız. Sen, diğer realiteyi görürken bu “hal” içinde bulunmuş birisin, ama çoğumuzun bu deneyimi yok. Bence “beyin aklı”mızdan uzaklaşmak veya iç sesimizi dinlemek iyi, ama bu manipüle edilebilir. Ama kalbimiz manipüle edilemez, çünkü daha yüksek frekansla çalışıyor ve o zaman bu güçler ona ulaşamıyorlar. Bu durumda, insanların kalp üzerindeki bu mücadeleyi yenmeleri için ne gibi bir mesaj verebilirsin?
0:46:
A.B.D.’de The Heart Math Institute diye bir kurum var. Kalbin gücü ile ilgili bir sürü çalışma yapıyorlar, tabii kalbin fiziksel gücü ile değil, bu vorteks ile, bu enerji noktası ile. Bedende bir dizi vorteks var, bunlar beden dediğimiz insan enerji alanlarında varlığın farklı seviyelerine nüfuz ediyor. Bunların, daha geniş kapsamlı realitede farklı etkileşim noktaları var.
1:20:
Kalp ile kıyaslandığında beyinin, temelde düşük seviyede bir algılaması vardır. Beyin bilmediği bir şeyi düşünür, böylece üzerinde çalışır ve çözer.
1:37:
Karındaki duygusal vorteks ise düşünmez, tepki gösterir. Düşünmez ve duygusal bir etki ile tepki verir. İnsanoğluna olan bu; kalpten gelen daha engin realite ile olan etkileşimi manipüle edildi. Artık düşünmeden doğrudan karından gelen duygusal tepki ile birleşerek tepki veriyor. Buna daha sonra değineceğim. Kalbi, düşünme eylemi olmadan karındaki duygu ile birleştirmeli. Düşünerek “bil”inmez, oysa beyin bilmek için işlem yapmaya çalışıyor. Şimdi şu beden diline bakar mısın? Sanki açık bir kitap gibi okunacak halde...
2:21:
İnsanlar “düşünüyorum” derler ve başlarını işaret ederler. Oysa sezgisel olarak “bildikleri” zaman ellerini nereye koyarlar? “Biliyorum, hissediyorum!” deyip içgüdüsel olarak kalp bölgesini tutarlar, çünkü kalp bilir. Kalp, bu programın, bu manipülasyonun ötesindeki bilinç seviyesine bağlanır. Bilir! Bu yüzden bilir. Örneğin; “Önsezimle biliyorum, neden bilmiyorum, ama oraya gitmeliyim, oraya gitmem gerekiyor!” deriz. Oraya gidersiniz ve birden rastlantısal güzel bir şeyler olur. Oysa “Neden oraya gidecekmişsin, bu çok saçma” diye sürekli olarak konuşan duyguyu dinlemiş olsaydınız o güzelliği asla yaşayamazdınız.
3.03:
Bu içsel yolculuğu çıktığımdan beri geçen yaklaşık 30 yıldır hayatıma baktığım zaman sadece bir tek şey oluyor. Neye ters düştüysem, “bu mu, şu mu” derken bütün bu verdiğim bilgilere kalbim yönlendirmiştir. Zihin “Canım, oraya da yarın gidersin!” derken, bu kalp “Biliyorum, biliyorum!” diyor.
Kafam “Olacak terslikleri düşün” derken kalp, “Biliyorum! Biliyorum!” diyor... Manipülasyonun karanlığın derinliklerinde nasıl çalıştığına bakarsanız görürsünüz. Kalbi susturmaya çalışıyorlar. İnsanlar bazen sorarlar; “Kalbimin sesini dinlesem mi?” Oysa beden dili suratımıza bakıyor! Hala “Kalbimi mi dinlesem mantığımı mı?” diyorlar. Kalbiniz size ne diyor, duygular ne anlatıyor?
3:57:
Mantığımı mı/aklımı mı dinlemeliyim? Bir daha düşüneyim. Yoksa kalbimi mi dinlesem? O zaman biliyorum! İşte kalp bu şekilde susturulmuş. Avatar filminde Mavi halk, Navi’ler tamamen kalp insanları olarak tasvir edilmişler. Herşeyin “BİR” olduğunu biliyorlar. Ağaçlarla ve hayvanlarla bağlantıdalar, çünkü hepsi; hayvanların, ağaçların ve doğal hayatın da içinde olduğu bir bilinç alanında yaşıyorlar.
4:41:
Ve bu durumda, bir benzetme yapılacak olursa, bu fısıltı gazetesi gibi bir şey. İletişim orada mümkün. Navi’lerin yaptığı kalpten iletişim. İnsanoğluna ne oluyor derseniz; kalp iletişiminden kafa ve korku iletişimine çekiliyoruz. İnsanların verdiği tepkiye bakarsanız, dünyayı inceler etkileşim içinde olursanız, kafadan da gelse karından da, duygu, hepsi gittikçe artan duygu. İşte dünyada böyle yaşıyoruz, çünkü hepsi duygulardan geliyor. Artık kafadan kalbe geçiyoruz.
5:26:
Kaç kişi dünyayla kalbi, önsezisi yoluyla etkileşime geçiyor, acı çeken başkalarıyla empati kuruyor? Şefkat kalpten geliyor, gerçek sevgiyi oradan alıyoruz. Bu, (kişiler arasında ) çekim oluşturan, “Ay, çok tatlısın, ne kadar hoşsun” sevgisi değildir!
5:48:
Bunun yerine, “Oh, ne kadar hoşsun” şeklinde değil arkadaşlık olarak dışavurabilir. Arkadaşlık. Kalp. Arkadaşlık budur. Ama hep sevgiyi, kadın-erken ilişkisi ile değerlendiriyoruz. Birbirine çekilme, cinsellik, aşk dedikleri. Hayır, o sadece çekim. O da olabilir, arkadaşlık da, ama kaç tane ilişkide çekim değil de arkadaşlık olur? Hiç de uzun süreli olmaz.
6:34:
Diyelim ki sen veya başka biri bu seviyede beni cezbetti, bir dostluk başlar, ama bu tür ilişkilerin çoğunda kontrol olur. İlişkiyi kim kontrol edecek? “Sen, benim istediğim yapmıyorsun!, Sen bana şunu, bunu yaptın, seni siliyorum!” söylemleri başlar, çaat kapı kapanır.
7:03:
Arkadaşlık nedir? Nefis bir söz vardır; “Arkadaş, herkes dışarı çıkarken odaya giren kişidir.” Çünkü kalpten bir arkadaşlık gerçek arkadaşlıktır. Gerçek arkadaş; “Yaptıklarını onaylamıyorum, ama burada senin için varım” der. “Bunu bana nasıl yaparsın?” Çaat kapı... Bu, bağlantı seviyesinden tamamen farklı bir seviyede yer alır.
7:37: (Joe)
Dünya turundasın, bir sürü insanla karşılaşıyorsun, bazıları soğuk, ama onları kalp seviyesinde hissetmiyorsun. Çok akıllı ve başarılı olabilirler, ama onları hissetmiyorsun.
7:54: (David)
Aynen öyle.
7:56: (Joe)
Ben de, gerçekten kim kalpten, kim iyi anlayabiliyorum, ama bu bir ölçü değil. Bu kalp duygusu kimlerde vardır, senin algılaman nedir, gerçekten olabiliyorlar mı?
8:19: (David)
Yapmak istedikleri bunu yok edip, tamamen yapay zekaya bağlamak. Amaç kalp gücünü kapatmak, çünkü kalp çok güçlü, enerjisi çok kuvvetli. Bağlı olduğu frekans seviyesi çok çok güçlü. Onu kapatmak için 7/24 çalışmaları lazım. Nasıl bir şey olduğunu biliyorsun. Bunu nasıl kıracağımıza bir örnek verebilirim.
8:51:
Londra’daki o feci Grenville yangınını hatırlıyor musun? Kocaman kule şeklindeki bina yanınca içinde yaşayan çok kişi hayatını kaybetti. Büyükler, çocuklar, aileler. Çok feciydi. Orada Müslümanlar, farklı kültürlerden, farklı ırkta insanlar vardı. Şimdi buna tanıdığın bir sürü insan açısından bakarsan, ırkçı gerilim ve önyargı v.s. ile, eminim “o binada kimler vardı” diye düşünenler olmuştur. Hala ırkçı önyargıları olanlar. Bina korkunç bir şekilde yanarken herkes değil tabii ki, ama öyle insanlar var ve öyle bağnazlar ki, asla bu hayatlarında iyileşemeyecekler.
Ama bir de öyleleri var ki; “Hangi renkte veya dinde olmalarının ne önemi var ki?” diye düşünürler. Şimdi bunda müthiş bir şefkat akışı var, ama tabii ki sonra ne oluyor? İlk tepki, şefkat tepkisi, empatik tepki oluyor, sonra insanlar günlük hayatlarına devam ediyorlar. Haberlerde veriliyor. Grenville House kulesini alalım, orada neler oldu ve insanlar geri döndüler. Konuya kalbimizle baktığımızda dünya çok daha farklı bir yer olur, çünkü kalp için senin ırkın, dinin neymiş hiç fark etmez! Hepsi illüzyon, bir deneyim ve illüzyonsu başlıklar kurulumu. Bu/akıl o dünyayı yaşar, bu/kalp ise hepsinin bir saçmalık olduğunu bilir...
11:26: (Joe)
Bu güçler, sürekli olarak terör saldırıları ile bizi korku içinde tutmaya çalışıyorlar. İnsanlar ise onların istediği şekilde tepki vermiyormuş. (Aşırı nefret ile) Daha kötülerine ihtiyacımız varmış. Pekala, böyle söyleniyormuş. Aslında şimdiye kadar bu terör saldırılarıyla iç savaş çıkmalıymış v.s. Ama insanlar “Arkon”ların düşündüğü şekilde tepki vermiyorlarmış.
11:57: (David)
Bu, alternatif medyanın büyük güçlerinden birisidir, çünkü alternatif medya böyle geniş kapsamlı olarak iletişime henüz başlamamışken, kağıtlardan okunuyordu. Dolayısıyla, insanların bir dünya olayında, bir terör saldırısında veya ana akım medyadan bir savaş olsun, hepsinin kendi versiyonları oluyordu. Tabii ki, insanlar resmi haberleri çoğunlukla hiç sorgulamadan alıyorlar. Birkaç şey hariç, onlar da çok az.
12:31:
Algılamaları o bilgi ile şekillenmiş, bazı insanların doğal bir kuşkuculukları var. Belki, “Şuna pek inandığımı sanmıyorum” diyebilirler. Ama çoğu kişi inanır, çünkü bir terör saldırısı olduğu zaman başka bir bilgi yoktur. Haberlerde gördüğünüz ya da gazetede okuduğunuzun dışında açıklama yoktur. Alternatif medyanın yaptığı bu oldu, dolayısıyla onu silmek istediler. Aslında buna farklı bir şekilde de bakılabilir. Burada kasıtlı olarak bir problem yaratıyorlar, sonra da dünyayı değiştirmek için yaratılan problemden önce asla izin verilmesi mümkün olmayacak çözümler sunmaya başlıyorlar. Buna ben Problem-Reaksiyon-Çözüm diyorum.
13:15:
İşin iyi tarafı gibi görünüyor, bunu anlarım. Çözüm getirdiklerini söyledikleri şey, o saldırı her neyse bunu, onun bir sonucu olarak yaptıklarını söylüyorlar. İkinci aşama olduğunda insanlar, “Evet, bunlar haberlerde var” demiyorlar, “bir dakika, biz de bundan söz ediyoruz,” diyorlar. İnsanlar artık gittikçe daha fazla sorguluyorlar. Hani Rus İstasyonu RT var ya, onların sloganı şu; “Daha fazla sorgulayın”. Ama ben diyorum ki; “Herşeyi sorgulayın!”...
Son 3 yıldır
şu 10 saat süren sunumlarını yapmak üzere dünyayı
dolaşıyorsun. David, bu enerjiyi nereden buluyorsun? Bunu nasıl
yapıyorsun?
0:12:
Bize
dayatılmış olan kimliğimize karşın, gerçekte kim olduğumuz
algılamasından çıkarak hareket edersen bilirsin, enerji nedir?
Enerjisizlik nedir? Bu bir algılamadır!
0:32:
Bilirsin,
hani birisini hipnotik bir transa sokup, yorgun olmadığını
söylersin, sonra uykuya dalarlar, bu bir algılamadır. Şuradan
yola çıktım; ben sonsuz farkındalığın özgün bir odaklanma
noktasıyım. Yani sonsuz farkındalığın enerji bulmakta bir
problemi olabilir mi? Hayır, enerji sonsuzdur. Sonsuz berekettir.
İçine çekilebilirsin, çünkü biz sonsuzuz.
1:10:
Şimdi bunu
benimsersen, yani doğarsın, büyürsün, okula gidersin, temel
olarak hayatını o program yönetmeye başlar. Bedenin bir
“program”ı, bir deviri vardır, devir, diyorum ki; bu oraya
kasıtlı olarak koyulmuştur. Ama bu deviri/programı kırabiliriz.
1:30:
Dünya'da var
olan her şeye bir bak. Doğar, büyür ve ölür. Bu bir yazılım
programı ve tekrarlanan bir devir. Daha ziyade sahte bir
“rastgelelik”, ama bunu kırabilirsin, çünkü bu bir illüzyon,
sadece bir algılama programı. İçsel kimliğinize dönerseniz,
bunu aşabilirsiniz.
1:48:
Dolayısıyla,
hiç yorulmuyorum demiyorum, tabii ki zaman zaman yoruluyorum, ama ne
zaman enerjiye ihtiyacım olsa, oradadır. Bugün buraya geldiğimde,
son günlerde bir sürü şey yapıyordum, sonra buraya geldim.
Yorgun muyum? Sen başlar başlamaz bum, yorgunluk nereye gitti?
Artık burada değil. Çünkü o bir illüzyon.
2:12:
Bir illüzyon.
Bizim realiteyi algılamamızın bir dışavurumu. Biliyor musun,
bazen bayağı duygusallaşıyorum. Dünyaya bakıyorum, çekilen
acıları görüyorum, hasta insanlara bakıyorum, hiç hasta
olmaları gerekmiyor, insanlar duygusallık içindeler, hiç
gerekmiyor, ırk, cins, kültür veya ülke için savaşıyorlar.Oysa hepimiz
biriz. Gerçekten çok çok üzücü...
2:46:
Ama işte
beni ilerleten de bu, çünkü neticede bunu değiştirecek olan
bilgi. Çünkü bilginin bu şekilde baskılanmış olması buna
neden olmuş...
0:02:
Hiçbir şey. Hiçbir şey, çünkü korku – eğer anlamını açacak olursak – hapishanedir. Bizi kısıtlayan korku içinde olmaktır, çünkü sonuçlarından korkarız. Malum, sonuçlarından korkarsak, doğru bile olsa, o sonuçları getirecek olan şeyleri yapmayız.
0:35: Mesela, başkalarının senin için ne düşüneceği korkusu ile düşündüğünü söyleyemezsin. Dolayısıyla korku bir tuzaktır.
0:50:
Bilirsin işte, korku antik zamanlardan gelir, korkunun dünyaya geldiği zamanlar o zamanlardır, oysa önceden yoktu.
0:58:
Sanırım, insan algılamasının gaspedilmesiyle dünyaya korku doldu. Dolayısıyla korkuya kapıldığın zaman tuzağa düşüyorsun. Peki korkacak ne var?
1:08:
Hepimiz “Sonsuz Bilinç”iz. Ölüm diye birşey yok, sadece bir odaklanma noktasından diğerine geçiş var. Bunda korkacak ne var? Hiçbirşey...
1:19:
Ve eğer korkmazsak oyun biter. Bizi kontrolü altında tutan “korku”!
Eğer çılgın bir yerde doğmuşsan, o çılgın yerde büyümüşsen ve o çılgın yerde bir yetişkin olmuşsan, o zaman bildiğin tek yer o çılgın yer olacaktır. O zaman senin ölçülerine göre “çılgın olan” normaldir. Dışarıdan birisi gelip de bunu görürse, “Burası amma da çılgın bir yer!” der.
0:28:
Çılgın olarak nitelendirir, çünkü kendisi normal değildir. Ama o insanlar ona alışmıştır. Mesele burada Brian, normal nedir? Normal, bizim normal olarak deneyimlediğimiz şeydir. Mesela Avustralya’nın kuş uçmaz kervan geçmez misali bölgelerinden birindeysen, senin için normal olan; evinin önünde gelip geçen kimsenin olmaması, hiçbir taşıt görmemendir, ama Londra’nın göbeğinde doğmuşsan, orada yaşıyorsan, o zaman senin için normal olmayan; orada hiç insan ve taşıt görmemektir.
1.01:
Dolayısıyla, Avustralya’ daki o ıssızlıkta bir taşıt geçse, “Hey, bir araba! Bu hiç normal değil!” dersin. Aynı şekilde birisi Londra sokaklarında hiç araba veya insan görmezse, “Allah Allah, neler oluyor, bu hiç de normal değil!” der.
1:13:
Normal olan, bizim normal olarak deneyimlediğimiz şeydir. Ve eğer çılgın bir yerde yaşıyorsak, o zaman bizim normal olarak deneyimlediğimiz şey bu olur. Dünyaya gelmişiz değil mi? Dünyaya geldiğin zaman, neler olduğunu görürsün ve nasıl görmüşsen dünyayı aynen öyle bilirsin.
1:38:
Çılgın bir yerde doğmuşsan, aynen şimdi olduğu gibi, çılgın olduğunu görmezsin. Mesela benim gibi biriysen, bu çılgın yer hakkındaki her şeyi sorgularsan, o zaman tabii ki o toplum seni “deli” olarak görür.
2:00:
Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum. Kitabımda anlattığım şeylerden birisi de bu, bir “aptal” tarafından “deli” olarak kabul edilmek bir iltifattır. Yıllardır bir sürü aptal tarafından deli olarak nitelendirildim, tabii ki çoğu da gazeteciydi. Ama bu birlikte yaşamayı öğrendiğiniz bir şey oluyor, normal sayılanla mücadele ediyorsun ve dünyanın normal kabul ettiği şey karşısında deli kalıyorsun. Başka türlü olamaz ki...
2:30:
Mesele şu ki, 30 yıl önce bunu keşfettim, eğer söylediklerinizin bir geçerliliği varsa ve sürekli olarak bunu söylerseniz, bütün o alaylara ve istismara rağmen bunu söylemeyi sürdürürseniz ve tabii ki anahtar kelime “geçerliliğinin olması”, yani eğer doğruysa, sonunda kabul edilir. Benim geçirmiş olduğum süreç buydu. Gerçi henüz geçmedi, yani bitmedi, ama herşey öyle bir doğrultuda gidiyor ki, artık dünyadaki olaylar insanların zihinlerinde yoğunlaşıyor ve gerçeğin aslında düşündükleri gibi olmadığın görüyorlar. Bu durum pek de hoşlarına gitmiyor, ama benim eskiden yazmış olduklarımla ilgilenen insan sayısı artıyor. Ve uzun zaman önce planlanmış olan şeylerin derinliklerine giriyoruz...
Kimyasal Püskürtme İzleri, Nano Parçacıklar ve Cinsiyet Planı
0:09:
Yani, diyeceğim şu ki, bu uzun bir hikaye. Kısaca evet, yukarıda belirtilenlerin hepsi doğru. Yeni kitabımda bu konudan ayrıntılı bir şekilde bahsettim. İlk ortaya çıktığı zamanlarda Morgellons hastalığı kapmış birçok kişiyle konuştum. Gökyüzünde kimyasal püskürtme izleri görünmeye başlayınca, insanlar bunları farketmeye başladı.
0:24:
Olan şu; insanlar teknoloji çeşitleri keşfediyorlar. Kamuoyunda kesinlikle bilinmiyor, bunlar bazı alt maddeler. Hastalar bunları tüp biçimi iplikler gibi derilerinin altından çekebiliyorlar, ama hastalık yeniden oluşuyor.
1:01:
Kitabımda dünyanın tanımını yapıyorum, bu tanım da Ray Kurzweil gibi kişilerden kaynaklanıyor. O temel olarak “Yapay Zeka”yı tanımlıyor... Bahsettikleri akıllı teknoloji şeklinde, zaten koydukları isim de bu. Bu püskürtülen kimyasala da “akıllı toz” diyorlar, ne de olsa günümüzde herşey “akıllı” ya!
1:33:
Çünkü “akıllı” denen herşey birbiriyle bağlantılı. Bu, bütün farklı ifadeleriyle “Akıllı” aletlerin yaratılıması. Bu aletleri yaratmak için hepsi birbiriyle iletişim içerisinde.
Çok ilginçtir, tuş programları(keystroke) başlığı altında, bir çeşit yazılım programı ve teknoloji ile bilgisayarınıza yazdığınız her tuş izlenebiliyor. Bu yeni kitabı yazmaya başladığım zaman, özellikle hamle yaptıran şu belirli konudaki bilgi yüzünden geceler boyunca elektromanyetik bombardımana uğradım. Hala elektromanyetik alanı sadece hissetmiyorum, görüyorum da! Çok tuhaf şeyler gördüm...
0:55:
Ve ilk başladığı zaman, “Bu da nesi?” diye düşündüm. Sağlığım gittikçe bozulunca sadece “Kahretsin, cehennemin dibine!” demekten başka birşey yapmadım. Hala devam ediyor, ama artık beni etkilemiyor, neden? Çünkü algılamamı değiştirdim.
1:13:
Gecenin yarısında uyanıyorum, çevremde bir şeyler olduğunu hissediyorum, gülüp arkamı dönüyor ve uykuma devam ediyorum. Yani her neyse, bu hala sürdüğü halde sağlığım daha iyiye gidiyor.
1:27:
Korkunun bizi esir almasına izin vermemeliyiz, çünkü kontrol sisteminin en güçlü silahı bu...
1:35:
Şu havadan püskürtme izleri meselesi... Son 20 yıldır dünyada 50 ülkeyi gezdim. Hatta Güney Afrika’daki dostum Zulu Kabilesinin şamanı Credo Mutwa’yı da ziyarete gittim. Kalahari Çölü'nün yanında. Gökyüzüne bakıyorsun, kahrolası püskürtme izleri orada da var. Tabii bunun belirli bir sebebi var.
1:56:
20 yılı aşkın bir süredir araştırmalar yapıyorum, bu zaman içerisinde öğrendiğim şeylerden birisi de şu; bir şeyin sadece tek bir sebebi yok. Bu komplonun çoklu sebepleri var; biri insanların bağışıklık sistemini dengesizleştirmek, diğeri her gün çevremizde olan enerji alanını manipüle ederek dünyada bir alt realite yaratmak.
2:16:
Kesinlikle eminim ki, sürekli olarak deneyimlediğimiz bu kimyasal püskürtme ve yaşadığımız dünyanın enerji alanının düşük seviyelerinin manipülasyonu kısmen, tabii ki teknoloji uygulamalarının çoklu seviyelerine sahip olan HAARP’ın bir yayılımı... Bir de tam anlamıyla, bizim kendi deşifre ettiğimizi sandığımız kitlesel düşünce alanları yaratıyor.
2:44:
Amerika’da bir arkadaşım var. Birkaç hafta önce olmuş bir olayı anlattı. Kendisi, kocası, oğlu ve oğlunun kız arkadaşı, aynı gece Obama’yı rüyalarında görmüşler. Rüyada Obama’nın harika, fevkalade bir adam olduğu söyleniyormuş. Azıcık bir araştırma yapan bunun ne kadar saçma olduğunu görür. Ama arkadaşım hemen bunun, yapılmakta olan bir çeşit yayın olduğunu, insanların da bu yayını algıladığını anlamış.
3:19:
Yapmak istedikleri; insanların realitelerine rüyalar, algılamalar yaymak için epifiz bezine erişim sağlamak. Bu konuda çok dikkatli olmamız gerekiyor, çünkü her rüya önsezisel değil, yaydıkları bir yayın olabilir, onu deşifre edip rüya sanabiliriz, oysa aslında bilinçaltımız o frekansı yakalayıp algılamış olabilir!
Merhaba. Davidicke.com üyeleri için sunulan video cast'ımıza hoşgeldiniz. Bu hafta yine pek çok mesaj aldık.
Kevin Black'in sorusuyla devam edeceğiz. Kevin soruyor ki "Dünya Düz mü?" Düz Dünya sorusunu neden sorduğunu bilemiyorum ama... cevabım şu olurdu: Nereden bilebiliriz ki? Gerçekten dünya var mı bilebilir miyiz? Evet dünyada yaşıyoruz, öyle değil mi? Çevremizdeki bunca şey, uzaydan görülenler. Evet... Ama ne görüyoruz? Yani gördüğümüz şey... araştırılmakta olan bir saha. İnsanoğlunun burada bulunduğu durumu araştırıyoruz. Ki bu da çoğu insan tarafından gözardı ediliyor. Siz araştırmayı incelersiniz, ben ise kendim bakarım. Ne olduğunu görmem lazım. Finansal ya da politik bir manipulasyon var mı bakmam lazım. Savaş la ilgili bir manipulasyon var mı, tezgahlanmış bir terör saldırısı mı var... Bunun yapılması lazım. Ama olayın zemininde aslında realitenin anlaşılması yatıyor.
En başında, ortaya çıkıp şimdi yapmakta olduğum işi yapacağım söylenmişti. Şimdi kelimeyi en geniş bağlamda kullanıyorum, “spiritüel bir devrim” geliyordu. Titreşimsel bir değişim gelecek, insanoğlunu hipnotik halden uyandıracaktı. Diyorum ki, hipnotik hal oradan geliyor, havada görüyoruz ve 1990-1991’lerde bu konunun içine girdiğim zaman ilk yazdığım kitaba bu titreşimsel değişimin adı olan “Gerçek’in Titreşimleri” adını verdim.
0:52:
Çünkü bana söylenenlere göre, bunun iki ana etkisi olacaktı. Birincisi, insanlar komadan uyanacaklar, yani önce uyanacaklar, sonra bu gittikçe daha hızlı bir şekilde gerçekleşecekti. Robert, şimdi bunu görüyoruz, bütün dünyada oluyor!...
1:12:
Ama aynı zamanda insanlıktan gizlenmiş olan her şey ortaya çıkacaktı. 20 yıl önce buna ait en küçük bir işaret bile yoktu. Oysa şimdi şu hale bak! Geçen yıl, 5 yıl önce, 10 yıl önce, şimdi bildiklerimizin hiçbirini bilmiyorduk! Gerçekten geliyor!
1:29:
Benim açımdan bu “Gerçek’in Titreşimleri”- bu arada bu da noktaları birleştirdiğim uzun bir hikaye, zaten çoğu da öyle, çünkü çoğu farklı kaynaklardan geliyor ve parçaları bir araya getiriyorsun, ama hepsi aynı yönü gösteriyor.
-Sana çabuk bir soru soru sormak istiyorum. Çok ilginç bulduğum birşey var, ayın dış yüzeyi ile ilgili. Bir meteor aya çarpsa ve üzerinde izler bıraksa, ayın yüzeyinde de bir sürü yuvarlak içbükey oyukluklar var, sanki özellikle oyulmuş gibi. Bazıları diyor ki, yani İncil’de de var, kayıtlı tarihten önce kaydedildiğine göre gökyüzünde veya uzayda savaşlar olmuş. Acaba bunlar bir çeşit lazer silahlarıyla olmuş olabilir mi, çünkü yuvarlaklar son derece düzgün. Bu oyukluklar hakkında ne söyleyebilirsin?
0:48:
Aslında olabilir, çünkü öyle bir şekilde yapılmış ki, neredeyse bir kamuflaj şeklinde. Öyledir demiyorum, mümkün olabilir, çünkü bu nedenle, sürekli olarak önümüze çıkan şu ki, eskiden de olsa, sonra da, insanoğlunu sömüren bu ırk, dünyanın kaynaklarını da sömürüyor, bu arada ayda hiçbir kaynak olmadığını da belirtelim. Dolayısıyla kaynak sağlamak için hedef gezegen, dünya kullanılıyor.
1:28:
Ben şöyle düşünüyorum. Oradakilerin, buradaki altınla ilgili çok önemli bir bağlantıları var. Şimdi yine hızlı bir şekilde Credo Mutwa’nın hikayesine dönecek olursak, Zulu efsanelerinde “ay” ile ilgili şunlar anlatılırmış; burada önemle vurguluyorum - balık gibi pullu derisi olan – adları İawani ve Empanku olan 2 sürüngen yaratık, “ay”ı uzayda yuvarlamışlar ve şimdi bulunduğu yere getirmişler,, dolayısıyla dünyada afetler oluşmuş. Bunlar iki erkek kardeşmiş. Ve bunlara “Su Kardeşler” denirmiş. Bunlar su ile ilgili çeşitli konularda sembolize edilmişler, umarım sonraki kitabımda su ile ilgili çok önemli bir kavramı açıklama imkanı bulurum, çünkü bilmemiz gereken çok önemli birşey var, okyanusları takip etmemiz lazım, ama bunun üzerinde biraz daha çalışmam lazım.